The Forest

The Forest

Not enough ratings
The Forest Hikayesi
By Froxy
Bir uçak kazasından sağ kurtulan ana karakter, gözlerini ormanda açtığında oğlunun, kanlı bir adam tarafından kaçırıldığını görür. Bilincini kaybedip yeniden uyandığında, tek amacı Timmy’yi kurtarmak olur. Ormanda hayatta kalmaya çalışan karakter, geceleri saldıran maskeli yamyamlarla ve gizemli yaratıklarla savaşmak zorunda kalır.

Günler sonra ormanın derinliklerinde gizli mağaralar ve tuzaklarla dolu geçitler keşfeder. Bu yeraltı dünyasında Timmy’ye dair izler bulur. En sonunda bir laboratuvara ulaşır; burada oğlunu kurtarmak için bir makine kullanmak zorundadır. Ancak makine, çalışması için canlı bir örnek ister. Bu süreçte, Megan adlı küçük bir kızın da aynı şekilde babası tarafından hayata döndürülmeye çalışıldığını öğrenir.

Megan’ın canavara dönüşüp ölmesinden sonra, makineyi tekrar çalıştıran karakter iki sona ulaşabilir:

Birinci son: Uçağı düşürüp yeni bir çocuk kurban ederek Timmy’yi kurtarır. Yıllar sonra Timmy’nin de değişime uğradığı görülür.

İkinci son: Bu etik bedeli ödeyemeyip artefaktı kapatır ve oğlunu kaybetmeyi kabul eder. Yalnız ama huzurlu bir sona ulaşır.

Hikâye, bir babanın sevgisiyle karanlık bilim ve ahlak arasındaki çatışmayı işler.
   
Award
Favorite
Favorited
Unfavorite
Başlangıç ve Son...
Uçak enkazında uyandım. Tüm vücudum sızıyordu; arkamda yıkılan ağaçların, dudaklarımda tatlı bir demir kokusunun bilincindeydim. Gözlerimi açtığımda gökyüzünden kırık ışık huzmeleri süzüldü; henüz yolun başındaydım. Öndeki görüntüyle kalbim ağır bir yumruk yemişti. Oğlum Timmy, yüzü ve göğsü kanla lekelenmiş bir adamın kucağında savruluyordu.

Sarsılan dünya yeniden başıma çökerken, Timmy’yi geri almak için kastettiğim parmaklarım boşlukta kaldı. Soluk borumda havanın tükendiğini hissettim ve karanlığa teslim oldum. Bilincim tekrar geldiğinde ağaç kökleri arasında dimdik oturmuş, etrafımı kuşatan kül kokusunun arasında buldum kendimi; uçağın parçalanmış gövdesi gözlerimin önünde uzanıyordu ve içinden sıyrılan bir hostesin göğsüne saplanmış ağır balta hâlâ sapasağlamdı. Elimi uzatıp baltayı aldım; sap soğuktu, ama artık elimden düşmeyecekti. Timmy ortalarda yoktu, ama içimde yeniden doğan bir görev vardı: Onu mutlaka kurtaracaktım.

Kendime gelmek için ormanda ateş yaktım ve etrafına taşlardan küçük bir duvar ördüm. Yanan ateşin titrek ışığı ağaç gölgelerini dans ettiriyordu. Gecenin sessizliğinde beklenmedik bir öksürük nöbeti geçirdim; yutkunduğum anda dışarı fırlayan nefesim kulağımdan yankılandı. "Timmy!" diye seslendim ama cevap alamadım. Bu ıssız yerde, artık sadece bir amaç vardı: Oğlumu bulmak ve yeniden kavuşmak.

İlk gece, kampımdaki sessizliği parçalayan bir çığlıkla sona erdi. Ormanın derinliklerinden bir uğultu yükseldi ve kampıma ağır adımlarla maskeli yabancılar geldi. Yüzlerindeki suçlamayı okuyabiliyordum; ben ağaçların arasında onlara karşı önce güçsüzdüm ama kaçmalarına izin yoktu. Titreyen ellerimle baltayı sıktım; göz göze geldiğimiz o anda kaçmak yerine savaşmaya karar verdim.

Çarpışmanın ardından ormanda sessizlik hâkim oldu. Dirseğimden süzülürken kanım ısındı, nefesim hâlâ hızlıca yükseliyordu. Yalnızdım ama içimde hiç bitmediğini bildiğim güçlü bir azim vardı. Güneş ilk ışıklarını ateşimin üzerinden süzerken yeni bir karar aldım: Oğlumu bulana kadar durmayacaktım.

Birkaç gün sonra ormanın güney ucunda büyük bir kayanın arkasında gizli bir mağara ağzı keşfettim. İçeri adım attığımda, birkaç ağaç gövdesinden sızan ışık huzmesi bile karanlık bir denize dönüşmüştü. Etrafıma bakınırken köklerin yolumu kestiğini, sivri taşların tuzak gibi dizildiğini fark ettim; sanki bilinmeyen bir dünya beni bekliyordu. Elimdeki el fenerinin zayıf ışığı karanlığı delerken, içeride ne bulacağımı bilmiyordum; geri dönüş yoktu.

Adım adım ilerledikçe yan duvarda solgun gri çizimler belirdi: Uçan bir oyuncak uçağı, küçük bir adam figürü… Hepsi geçmişten bir hikâyeyi fısıldar gibiydi. Tozlu bir rafta, oğlumun yıpranmış oyuncak uçağının kanat parçasını buldum ve parmaklarım titredi; gözyaşı aktı gözlerimden. Bu minik işaret, onun burada olduğunu gösteriyordu. Tam o sırada arkamdan bir çığlık yükseldi ve karanlığın içinden birtakım yaratıklar saldırıya hazır beliriverdi.

İçimden bir ses uyarı verdi; arkamı dönerken neredeyse çok geçti. Yüzleri buruşuk, vücutları orantısız küçük yaratıklar üzerime atladı. Bir anlık seferberlikle baltamı salladım; demir kokan kan havaya yayıldı. Derin karanlıkta çığlıklar sustu ve gölgeler sessizleşti. Gözlerimi açtığımda üzerime yığılan bedenlerin hareketsiz olduğunu gördüm; sadece ben kalmıştım, bir kez daha kazandığımı anladım.

Kâbusu geride bırakarak ilerlemeye devam ettim. Mağaranın en altındaki devasa kapı sonunda önümde belirdi; cebimdeki anahtar kartı çıkardım ve ağır ağır açtı kapıyı. Kapı aralandığında büyük bir laboratuvar odasıyla karşılaştım: masalar devrilmiş, çelik borular patlamış; her yerde kan lekeleri vardı. Bu yer, ne olduğunu bilmediğim dehşet dolu bir deneyin deliliydi.

Son odaya ulaştığımda gri metal platformdaki küçük beden beni felç etti. Timmy işte orada yatıyordu, elinde kırık bir oyuncak uçağı tutuyordu. Vücudu soğuk olsa da kalbimin her ritmi acıyı çoğaltıyordu. Onu kurtarmanın tek yolu makineyi kullanmaktı. Titreyen ellerimle Timmy’yi kaldırıp platformdan indirdim ve kabloları bedenine bağladım; cihaz sinirli bir bip sesiyle uyandı ve benden "yeni canlı bir örnek" istedi.

Ardından koridorda ilerlerken başka bir görsel kabusla karşılaştım. Dr. Mathew Cross’un masasında korkunç bir görüntü belirmişti: adam kanla kaplı masanın önünde ölü duruyordu, yüzü pastel boyalarla boyanmış, boş gözleri etrafa dalıp gitmişti. Masadaki belgelerde Megan’ın adı sıkça geçiyordu; notlarda kızının Arrowsy adlı dev bir yılan tarafından öldürüldüğünü, sonrasında her şeyi göze alıp onu geri getirmeye çalıştığını yazıyordu. Kızıl Adam sandığım bu adam, aslında bir bilim insanı ve çaresiz bir babaydı.

Son kapıyı araladığımda soluk sarışın küçük bir kızın bana bakan boş gözlerini gördüm. Bu Megan’dı; kanlı önlüğü içinde oynadığı oyuncak uçağı hâlâ elindeydi. O an göz göze geldik; küçük bir gülümseme geldi, ama bu gülümseme anında korkuya dönüştü. Birden titredi, kollardaki damarları kabardı ve sevimli Megan bir canavara dönüştü. Kısa ve ölümcül bir savaş yaşandı; sonunda yerde yığılan bir beden bırakmıştım.

Megan’ın cansız bedeni soğumuştu. Onu dikkatle kaldırdım ve metal platforma nazikçe bıraktım. Ellerimi titreyerek kabloları takıp çıkartırken makine yüksek bir bip sesiyle uyarı verdi: "Yeniden aç". O anda Megan’ın önlüğünün altından bir anahtar kart düştüğünü fark ettim. Kurtuluşun anahtarı cebimdeydi.

Yeni anahtar beni kuzeydeki gizli bir tepenin zirvesine götürdü. Dar bir tünel sonunda ulaştığım büyük odada dev bir teleskop ve tavana monte edilmiş esrarengiz bir cihaz vardı. Tereddüt etmeden kırmızı düğmeye bastım. Hemen ardından uzağa koyduğum uçak kıpkırmızı bir alev topuna dönüştü.

Her şey sona ermişti; şimdi özgürdük. Bir yıl sonra televizyonda oğlum Timmy ile yanımda keski sallıyorduk. Bir şenlik havası vardı; kahkahalar yükselirken Timmy birden titremeye başladı. Kasları Megan’ınkine benzer şekilde kabarmıştı, gözleri bana dikilmişti. Bir an kalbimin ritmi yavaşladı; sonra Timmy durdu. Yaşananlara rağmen biliyordum: Timmy hayatta, ama bu dünya için artık biraz farklıydı.

Öte yandan başka bir son da mümkündü. Uçağın yakınlaştığı o anda bu gerçeğe katlanamadım; artefaktı kapatıp başka bir çıkış yolu aradım. Uçak uzaklaşırken kampıma döndüm ve cebimdeki fotoğrafı kıvılcıma attım. Alevlerin kızıllığında evime vardığımda ise şaşkına döndüm: Masamın üstünde karımın ve oğlumun tahta mankenleri duruyordu. Beni sessizce izliyorlardı; artık hepsi benim yanımdalardı.